Ey Lanu*
Zihin gerçeğin büyük katledicisidir. Lanu, Katlediciyi katletmelidir.”
Kitap okuyanlar bilir. Ne kadar çok kitap okusak da bizim için değerli olan bazı kitaplar vardır. Bu kitaplar sürekli başucumuzda durur ve dönüp dönüp tekrar okuruz. Her okuyuşumuzda daha önce fark etmediğimiz bir detayı fark ederiz. Her okuyuşumuzda daha fazla tat alırız. Canımız sıkıldığında, cevaplar aradığımızda ve ya cevapları hatırlamak istediğimizde bu kitaplar bize yardımcı olur.
Benim içinde öyle olan bir kitabı sizlerle paylaşacağım. Kitabın adı;
Sessizliğin Sesi.
Bu kitap, uzak doğu felsefesi içinde yer alan Tibet Bilgeliğinin dayandığı metinlerden biri olan Altın İlkeler Kitabı‘nın (The Book of the Golden Precepts) bir bölümünü içermektedir.
Bu metinlerin, genellikle, 7500 – 8000 yıllık olduğu kabul edilmektedir. Diğer bazı kaynaklar ise, palmiye yapraklar üzerine yazılarak, korunması için kimyasal işleme tabi tutulan söz konusu belgelerin minimum on bin yıllık geçmişi olduğu kabul etmektedirler. Bu metinler Helena Petrovna Blavatsky* tarafından tercüme edilerek 1889 yılında yayınlanmıştır.
Daha önce bu tarz kitaplar okumadıysanız -ya da tam bir ifadeyle söyleyecek olursak- ve kendi içsel yolculuğunuza henüz başlamadıysanız, Sessizliğin Sesi size son derece anlamsız gelecektir. Bu durumda kitabı bir yana bırakın ve uygun zamanın gelmesini bekleyin derim. Yok, eğer bu yolculuğa başladıysanız Sessizliğin Sesi, her okuduğunuzda size daha fazla tat verecek ve sizi aydınlatacaktır.
Kitap 3 bölümden oluşmakta.
1. Bölüm Sessizliğin Sesi,
2. Bölüm İki Patika,
3. Bölüm Yedi kapı.
1. Bölüm, şöyle başlıyor:
Ey Lanu,
”Zihin gerçeğin büyük katledicisidir. Lanu, Katlediciyi katletmelidir.”
Çünkü uyanırken rüyasında gördüğü tüm şeylerin kaybolması gibi kendi şekli de kendisine bir yanılsama olarak göründüğünde, çokları duymayı kestiğinde, sadece o an BİR‘i ayırt edebilir, dış sesi öldüren iç ses.
Fark ediyoruz ki fantazi, varsayım ve önyargılar ile zihnimiz bizi yanılsamalar içine sokuyor. Bunu fark edip zihnimizi susturmaya alıştıktan sonra karşımıza 3 oda çıkacağından bahsediyor. Bu odalar ise;
Cehalet Odası, Öğrenme Odası ve Bilgelik Odası.
Bu odalarla da ilgili şu ifadeler yer alıyor.
Bu oda (Cehalet) “Işığı gördüğün, içinde yaşadığın ve öleceğin odadır.”
Bu odayı geçmek için bizi hayata bağlayan arzuların aklımızı karıştırmasına izin vermemek gerekiyor. Karanlığın içinden bize ait olanı bulmakla ilişkili bir bilinç odası burası.
Buradan geçince Öğrenme Odasına varırız. Burası “ruhun çiçeklerini bulduğu yer” olarak tarif edilmiştir. Farkında olmadan günlük koşuşturmaca içinde sürüklenen ruhun bir an uyanıp kendi bilincine varmasıyla birlikte yolda olan kişiyi bir öğrenme merakı sarmaya başlar. Fakat bu odadaki “her çiçeğin altında bir yılan çöreklenmiştir”. Yani burada öğrendiği bilgiler konusunda çok dikkatli olunmalıdır. Çünkü entellektüel bilgi eğer hayata geçirilmezse, hiçbir faydası yoktur, üstelik zararlıdır da. Çünkü kişi uygulamadığı bilgiyi “biliyor” sanır.
Üçüncü oda, Bilgelik odasıdır.
“Orada yıkılmaz, her şeyi bilme çeşmesinin kıyısız suları uzanır.”
Bu bilinç durumunda da yapılması gereken şey, bize “hayat vermesi gereken kişiyi aramak” olacaktır. Kişi hocasıyla bu odada yüzleşmelidir. Bu oda artık yanılsamaların kişiyi yanıltamadığı, duyuların zevklerine kapılınmadığı bir bilinç odasıdır.
Bilgelik odasını geçip “Saadet Vadisi” ne varmak için “ Büyük Sapkınlığa karşı duyuları kapatmak” gereklidir. Büyük Sapkınlık burada, önceden de açıkladığımız gibi kendini bütün olandan ayrı hissettiren insan egosunun tuzağına düşmek anlamındadır. Bu tuzak bizi yolun başında denediği gibi, bilge bir kişiyken dahi deniyor. Buradan da anlayabiliriz ki aslında insan egosunun ölmesi insanın kendini bulması adına çok önemli bir faktördür:
“Ebedi hayatın saf suları açık ve berraktır, muson fırtınalarının çamurlu akıntıları buna karışmaz”.
2. Bölüm olan Patika da, yolculuğunuz sırasında rastlayacağınız şeyler ve yüzleşmeniz gereken sınavlar hakkında bilgi verilir.
“Patikaları ara. Fakat yolculuğuna başlamadan önce ey Lanu, temiz kalpli ol. İlk adımı atmadan önce gerçeği yalandan, fani olanı ebedi olandan ayırt etmeyi öğren.”
Bu patika ÖZGÜRLEŞME‘dir. Patikanın sonunda sembolik olarak anlatılan 7 kapının bulunduğu noktaya gelirsiniz. Bunlar da son bölüm olan 7 Kapı da bahsedilmektedir.
‘Ve şimdi bütün bilginin mükemmelleşmesi olan Boddhi ağacının altında dinlen (olgunlaşmayı bekle, hala çarpışan istek ateşleri ve bunlardan ayrılmaya çalışan senin oluşturduğun sükûnet yanlızlığındaki mahsunluk fırınında Yûnus gibi pişecek ve olacaksın…), çünkü bil ki tüm bu şeyler gerçekleşirse sen kendinin Hocasısın (ne ararsan kendinde ara…) ve en mükemmel ruhsal durumda doğacaksın demektir.’
Sessizliğin Sesi kitabı eminim bir çoğunuz için farkındalık yaratacak, yeni ufuklar açacak ve yolunuzu bulmanız için yardımcı olacaktır. Tavsiye edilir!
*Helena Petrovna Blavatsky:Helena Petrovna Blavatsky 19.yyda yaşamış olan büyük bir teozofisttir. Yaşadığı dönemin en bilge kadını olarak nitelendirilir. Kendisi dünyayı, doğuda ve batıda çeşitli ülkelerini ziyaret ederek 7 kez dolaşır. Böylece doğu ve batının bilgeliklerini birleştirir. 44 yaşındayken, 17 Kasım 1875 yılında New York’ta psişik fenomenler ve spiritizm konularında uzman bir avukat olan Albay Henry Steel Olcott ile birlikte Teozofi Cemiyeti’ni kurar. Bu cemiyete başkanlık etmek istemez. Merkezi Hindistan, Adyar olan bu cemiyet seçmeci bir felsefe yoluyla; ezoterik felsefe çalışarak; dinleri, bilimleri, sanatları ve politikaları karşılaştırarak insanlara bilgeliği aktarmayı amaçlar; bir felsefe okulu olarak işlev görür.Madam Blavatsky “Sessizliğin Sesi” ni 1889 yılında tercüme etmiş ve derlemiştir. Himalayalar’daki Altın Öğütler kitabından derlemedir. Senzar dilinden çevrilmiştir. Bu dilde orijinal metin 7 renkli alfabe, altmış kutsal harf, 12 astroloji burçtan oluşur. Sayı ve renklere bağlı olarak özel bir şekilde okunmaktadır. Tibet halkının yaşam koşullarını, oradaki sert iklimi ve hayat mücadelesini nedeniyle sert bir dille talimatlar şeklinde yazılmış ve sembolojik, soyut bir anlatımı olan bir eserdir.Madam Blavatsky, bilgeliğin hiçbir millete has olmadığını, bilgeliğin değişik milletler ve bölgelerde olduğunu, ancak sonuçta kaynağın tek olduğunu söylemiştir.
*Lanu: Mürid
Yararlanılan Kaynaklar : aktiffelsefe.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder